30 Mart 2009 Pazartesi

BİR DÜŞMANIN OLMASI İYİDİR!

Çünkü istemeyerek sana çok şey öğretir.
Mesela;

- Yöntem öğrenirsin.

- Şeytanlığa kafan çalışmaya başlar.

- Neden sana böyle bıçak çektiklerini, arkandan ateş ettiklerini, hatta nasıl olup da bir hedef haline geldiğini anlamaya çalışırken onlar gibi düşünmeyi öğrenirsin.

- Yeni taktiklerini, daha neler yapabileceklerini düşünürken bir bakarsın ki beyninde kapıları hiç açılmamış karanlık odaların var.

Önceleri içine düştüğün şaşkınlık sonraları müthiş bir haksızlık duygusuna, derken derin bir üzüntüye dönüşür. Üzüntü o kadar büyüktür ki seni tarifsiz bir nefrete, büyük bir intikam alma hırsına götürür. Duyguların hızla birbirini doğurduğunu ve eğer seni yönetmelerine izin verirsen kişiliğini nasıl başkalaştıracağını görürsün.

- Sana yapılan saldırıya verdiğin her cevabın yüzüne bir yumruk daha yemek olduğunu, böyle yaparsan sadece savunmada kaldığını anlarsın bir gün.

- Oysa bu bir dövüşse senin de yumruk atman gerekmektedir.

- İlk yumruk düşmanı şaşırtır çünkü senden bunu beklemez.

- Düşmanın şaşkınlık içindeyken onu seyretmeye başlarsın. Beynin hızlı bir analize girişir. Karşındakini ilk defa bir bütün resim olarak gördüğünde “bu muymuş!” diye sen daha çok şaşırırsın.

- Artık bir sokak çocuğu olmaya hazırsındır.

- Senin de dövüşebildiğini gören sokak itleri kuyruklarını sıkıştırıp kenara çekilir. Bu, vazgeçtikleri anlamına gelmez. Tökezleyeceğin, zayıf görüneceğin yeni bir zamanı kollamaya başlarlar.
***

Bu arada kendi “Dövüşürken unutulmaması gerekenler” listeni yaparsın.

Şunları yazarsın mesela:

- Sakın bir daha ağlama!

- Sakın açıklama yapmaya, savunmaya, anlatmaya kalkma.

- Başına gelenlerin sebebi her ne ise o sebebe daha çok sarıl! İşin mi, halin tavrın mı, kapladığın alan mı, fiziğin mi, ailen mi, gösterdiğin varlık mı, her ne ise ucunu sakın bırakma, inatçı ol!

- ÇÜNKÜ SENİ ÖLDÜREMEYEN DÜŞMAN GÜÇLENDİRECEKTİR.

- Bütün bunlar olup bittikten sonra daha çok seveceksin kendini.

- Anlayacaksın ki senin düşmanlarınla bir sorunun yok. Sen onlar için bir sorunsun. Bu yüzden kan istiyorlar senden.

- Ama sen kan verme, kan parası iste:)

- İşine bak. Kervan daima yürümüştür.

- Kötülük iyilikten baskındır. Olumlu sözcüklerin ve iyiye olan inancınla dalga geçenlerin yüzlerindeki çirkinliğe bak. Benzer bir ucuzluktadır düşmanlıkları. Yok say bunları. Aptalları düşman bile sayma.

- Sana yeni şeyler öğretecek, seni olduğun yerden daha yukarıya çıkaracak, akıllı düşmanları muhatap al.

Ve... Kahraman Hektor attan düştüğünde “Hektor nerede” diye soran bir askere bir başka askerin verdiği şu yanıtı hiç unutma:

“Az önce atın üstündeki Hektor’du. Ama atın ayakları dibindeki o mu değil mi bilemem.”

Bir kere at bindiysen, düştüm diye sızlanmadan tekrar bin, yoluna devam et...

ALINTI: İCLAL AYDIN

22 Mart 2009 Pazar


MART GELİR GEÇER..


Sabahın yedisinde uyandım bir pazar günü. Maksat şu kırmızı kar yağınca çıkacak kadro meselesi için dil sınavına girmek. Kafam dalgın, yarı uykulu kahvaltı yapıp çıktım evden. Köşedeki bakkaldan sabah gazetesini kapıp, ki aslında onun bir pazar sabahında öğlene doğru kalkıldıktan sonra sıkı bir kahvaltı yapıp, Pazar kahvesini yudumlarken okunması gerekiyordu, sınava gireceğim kampüse doğru koyuldum yola. Arabayı park ettiğimde evden çıkalı 15 dakika olmuştu. Erken gelmişiz. Oturup gazeteyi okumak gerek. Sanki bir saat içinde sınava ben girmeyeceğim, oturup keyif yapıyorum. Vay halime diye düşünmeliyim ama bir o kadar da güveniyorum kendime. Ne olacak dil sınavından?

Sınava girdim, üç saatin ikisinde bitmişti. Takıldığım bir kaç şeyin haricinde fena da değildi hani. Kafam dalgın ya, zaten yatmadan düşündüklerimle uyanmışım gecenin bir yarısı, daha sınavdayken yaptım planı. Sınavdan sonra eve dönülmeyecek, sahile gidilecek, hava soğuk olsa bile yürünecek. Tabi çıktığımda kurt gibi açtım. Önce gidip bir tavuk burger, patates, kola yenildi. Alışveriş merkezine girmişken bir kaç mağaza dolaşıldı. İki hafta önce aldığım montun yarı fiyatına düştüğünü görmenin acısı içime oturdu. Kitapçıdan bir kitap beğenip, attım kendimi sahile.

Hava güzel ama soğuk. İnsanlar sezonu açmış. Benim gibi eşofmanlarını üzerine geçiren herkes kendini yürümeye atmış. Çocuklar havayı güzel görmüş, koşturmakta. Eldivenlerimi giymiş, şapkayı kafama geçirmiş, cebimde yeni aldığım kitap ve biraz müzik eşliğinde yürüyorum. Boş boş, sallana sallana. O kadar güzel ki manzara, belki çok şey düşünüp de hiç bir şey düşünmeden yürüyorum. Epeyce yürümüşüm, telefonum çalıyor. MP3 çaları kapatıyorum. Arkadaş diyor ki, ne kadar sessiz bir yer orası, cennet’te yaşadığını düşünmeye başlayacağım. Oysa ki etrafta insanlar yürüyor, birileri balık tutuyor ama gerçekten o kadar sessiz ve huzur dolu ki telefon çalana kadar o sessizliği ben bile farketmemişim. Hafiften gelen su şırıltısını dinletiyorum arkadaşa, canı çekiyor. Teşekkür etmeliyim ki sessizliğin verdiği huzurun farkına varmamı sağladı. Bir dahaki sefere onu da alacağım yanıma.

Sonra geri dönüş yolculuğuna çıkıyor ve her zaman oturduğum cafeye gidip denizin dibinde bir masa kolluyorum. Boşaldığında gidip oturuyorum ve bir sütlü kahve ısmarlıyorum kendime. Yan masada ters ters bakan biri oturuyor. Rahatsız oluyorum ilk önce. Sonra garsona sesleniyor, konuşması bir garip. Kendi kendine bağırarak bir şeyler anlatıyor, sesi boğuk. Akli dengesinin bozuk olduğunu düşünüyorum. Sonra bakıyorum ki hareketlerinde de bir sınırlama var. Sanırım adam ya bir kaza sonucu ya da bir hastalık sonucu bu hale gelmiş. Nargile tüttürüyor bir yandan. Garson çocuğu tanıyor belli, ismiyle hitap ediyor çünkü. Neyse bir yandan gözüm adama takılıyor, bir yandan kitabı okuyorum. Yine denizin sesi kulağımda, biraz da martı sesi. Çünkü karşımda balık tutmaya çalışmakla meşguller. Biraz kaptırmışım kendimi ki yanımdaki adam kalkıyor. Garson çocuk tekerlekli sandalyesini getiriyor. Adamın tanıdığı diğeri ise onu masadan kaldırıyor. Koluna girip sandalyesine kadar götürüyor onu. Tedirgin olmakta haksız olduğumu düşünüyorum. Kim bilir neler yaşadı ve bu halde. Sonra tek ayağıyla arabayı geri geri sürmeye başlıyor. Bir kez daha göz göze geliyoruz. Ne düşündüğümü bilemiyorum, bir trafik kazası sonunda oldukça fazla bedeni hasar almış kuzenim geliyor aklıma. Üzülüyorum.

Kahvem bitmiş. Kalkma vakti. Martıların hareketleri çok hoşuma gidiyor ve bir iki fotoğraflarını çekmeye karar veriyorum. Arabaya gidip fotoğraf makinasını alıyorum. Keşke profesyonel bir makinam olsaydı diye aklımdan geçiriyorum bir kez daha. Bir gün olacak…
Biraz da fotoğraf çekiyorum, bakıyorum ki günün yarısı çoktan geçmiş. Hava soğuyor. Eve dönme vakti. Dün gece kararan beyazlardan biraz da olsa arınıyorum. Griye dönüyorlar, belki kırık beyaza. Her zamanki gibi, canım sıkkın olduğunda kendimi atacağım yerin bir deniz kenarı olduğuna karar veriyorum. Ruhumu boşaltıp, biraz huzur katmasına sevinerek eve dönüyorum.

Pazar gününe kaldığı yerden devam etmek gerek. Sahile inme sırası annemle babamda. Camdan bakıyorum onlar giderken. Ailem hep birlikte ve mutlu olsun diye geçiriyorum içimden. Sonra biraz daha kitap okuyorum.
Onlar geldiğinde annemin yeni aldığı süper icat ekmek makinasını denemek üzere, hamur malzemelerini koyuyoruz hazneye. Yaklaşık üç saatte ev güzel bir kokuyla dolacak ve sıcacık bir ekmeğimiz olacak. Bir süre annemle makinanın başına oturup pür dikkat nasıl yaptığını izliyoruz. Makina süper. Siz sadece verilen ölçülerde malzemeyi içine koyuyorsunuz. Üç saat sonunda ekmeğiniz hazır. Kabın hiç bir yerinde un kalmadan, hamur oluveriyor. En son baktığımda mayalanma aşamasındaydı. Yaklaşık bir saat sonra ne çıkağını çok merak ediyorum. Eğer güzel olursa bundan sonra her sabaha sıcak ekmeğimiz var demektir. Çünkü akşamdan malzemeleri koyuyorsunuz ve saati ayarlıyorsunuz. Sabaha sizin için bir koşu ekmeği fırından kapıp geliyor. O kokuyla uyanmış olmayı hayal ettim de, harika olsa gerek.

Fazla mı yazdım yine? Sanırım biraz keyiflendim. Hayatımda ters giden şeyleri yok saydım biraz. Düşünmemek iyi geldi. Yemek vaktidir, bana müsade…
Pazar gününün kalan kısmını birazdan çıkacak olan ekmekle geçirmeye gidiyorum. Size de günden bir kaç fotoğraf bırakıyorum.

15 Mart 2009 Pazar

Yaş 23

Azizim 23. yaş da bitti. Ne ara geçmiş o kadar yıl bilmem. Büyüdük azizim büyüdük. Yaşlanıyoruz.
Nedense her sene aynı favori şarkılarla giriyorum yeni yaşa. Her yaşın bir güzelliği var ama yaş kemale ermeye başladı azizim :)

Benim yerime düşüncelerimi aynı iki şarkıya bırakıyorum onlar anlatsın. Zira benim şu an yazacak sözlerimi onlar çoktan yazmış..

Sizi bilmem, ama ben karar verdim.
Su gibi duru olup hep akmaya,
Başka sular tanıyıp, çoğalmaya,
Dalgalanmaya, taşmaya...

Son günlerde çok düşünür oldum,
Zor zamanları çabuk atlatır oldum.

Yalnız mıyım insanlar içinde?
Arkadaşlarım, aşklarım içimde.
Yara aldım bundan iki yıl önce,
Hiç susmadım, şarkı söyledim günlerce

Artık kısa cümleler kuruyorum,
Sevdiklerim, sevmediklerim yanımda.
Kabullendim herşeyi olduğu gibi.
Yola çıktım, yarınlara...

Son günlerde çok düşünür oldum,
Zor zamanları çabuk atlatır oldum.

Bakıyorum aynaya her gece,
İçim rahat, biraz yorgunum sadece.
Hayatıma giren herkese,
Yaşanmış her şeye

Teşekkürler büyüyorum sizinlee