19 Mayıs 2009 Salı

O öldü, utanıyor musunuz şimdi? - Can Dündar

Utanıyorlar mıdır acaba şimdi? Hani o, ziyaretine gelenleri selamlamak için başını, boynunu sarıp cama çıktığında, “Hayatını örtü düşmanlığına adadı. Ömrünün son döneminde başörtü takmaya mecbur kaldı” diye yazanlar...
“Evi basıldığında ağır hasta görüntüsü vermişti, tarikatlara söverken ise turp gibiydi” diye yalan düzenler...
“Konu Müslümanlık olunca hastalığını unutuyor” diyerek onu hedef gösterenler...
“Battaniyesini atıp konsere koştu” başlığıyla onu kendileriyle karıştırıp takiyeci ilan edenler...
Evini basıp 20 yıllık ajandalarını götürenler...
Din, her şeyden önce vicdansa...
Yürekleri hepten çöl olmadıysa...
Şeytan ruhlarını esir almadıysa...
Vicdan azabı çekerler mi?
Bir özür dilerler mi?
* * *
Türkan Saylan, bu ülkenin yüz akıydı.
Ancak samimiyetle inanmış insanlarda rastlanabilecek bir feda kültürünün son temsilcisi...
İnsanların yardımına koşmak, cehaletle savaşmak uğruna koşulsuz kendinden vazgeçecek bir örnek insan...
İçi boşaltılmış “ahlak” kavramının etten, kemikten hali... Demokrasiden taviz vermeyen laiklik hassasiyetinin sesi...
Bir eğitim mücahidi...
“Annesi Hıristiyan, kendisi misyonerdir” diyenler annesinin Müslümanlığa geçiş belgesi karşısında başlarını öne eğmişler midir acaba?
“Kendini acındırmak için hasta taklidi yaptığını” söyleyenler ölümü karşısında günaha girdiklerini fark edip hicap duymuşlar mıdır?
* * *
Tek başına bir toplumun kaderini değiştiren insanlar vardır; Türkan Saylan, onların başında anılacaktır.
Onunla ilk görüşmemiz, 15 yıl önceydi. “Sarı Zeybek”e Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin verdiği ödülü onun elinden almıştım.
Son görüşmemizde “Kardelenler” için bir kampanya filmi planlıyorduk birlikte... Ve o yine, hepimizi hayranlığa sürükleyen bir enerjiyle, Anadolu’daki kızların durumunu anlatıyordu.
“Anadolu’yu küçücük katkılarla değiştirmek mümkün” diyordu.
“Bir kızın özgürlüğünün bedeli 200 YTL” idi.
Bulabildiği her kuruş, onun için kurtarılmış kızlar demekti.
* * *
Hasta halinde evinin basılması ve derneğinin yöneticilerinin, arşivinin götürülmesi, Ergenekon’un dönüm noktası oldu; soruşturmanın zihni arka planını ortaya koydu.
“Çağdaş Yaşam”, cami duvarıydı soruşturmanın...
Saylan’a dokunulmasını kimse onaylamadı; birkaç vicdansız hariç... Onlar da bir süre insafsızlıklarıyla hatırlanacak, sonra unutulup gideceklerdir.
Radyoaktiviteyi keşfeden, iki Nobelli Marie Curie, 1911’de Fransız Bilimler Akademisi’ne üyelik için davet edildiğinde bir gazete “O Fransız değil, Yahudidir” diye yazmıştı. Yayın etkili olmuş, Madam Curie Akademi’ye alınmamıştı.
Ne oldu?
Fransız Bilimler Akademisi’ne ilk kadın üye, ancak 68 yıl sonra, 1979’da seçilebildi.
Yalan kampanya yürüten gazete, halen tarihin çöplüğünde serili...
“Madam Curie” adı ise tarihi ışıtıyor. Türkan Saylan için de öyle olacak.
Adı, imdadına yetiştiği kızların yüreğinde ve hayatını adadığı ülkenin vicdanında yaşayacak.
Ruhu ise, ancak cehalete karşı açtığı savaş sonuçlandığında huzura kavuşacak...

Yazılabilecekleri Can Dündar yazmış zaten. Ekleyebileceğim çok fazla şey yok. Atatürk'ün kızı, ATAM' ın bu ülkenin geleceği olan TÜRK GENÇLİĞİ' ne armağan ettiği günde, onun doğumgününde gitti ATAM' ın yanına. Ne mutlu ki ona hayatının son dakikasına kadar verdiği savaşı sürdürdü. Ne mutlu ki bize onun gibi bir Cumhuriyet kadınını tanıdık. Yerinde rahat uyusun.

ATAM' ın kurduğu Cumhuriyet, bize en büyük emanetidir. Bir Cumhuriyet çocuğu olarak, senin çocuğun olarak EMANETİNİN YILMAZ BEKÇİSİYİM ATAM!

16 Mayıs 2009 Cumartesi

MSc

PHD

Patiently hoping for a degree
Protein has degraded
Paid half what! Deserve
Professorship? HAH! Dream on!
Please hire, Desperate!
Pipetting hand disease (İşte bu benim hastalığım )
Probably heavily in Debt
Parents have Doubts
Pound head on desk
Potential heavy Drinker
Permanent head damage! ( Yakında olacak)

İşte benimki de bu yukarda yazılanların Msc versiyonu. Parasız, pulsuz, her sabahın altısında kalkıp, İstanbul’un keşmekeşinde bir dolu yol gidip, sabah sekizde başlayan mesainin akşam kaçta biteceğini bile bilmeden bütün gün çalışmak… Hem de karşılığını hiç alamadan. Sekreter miyim? Amele mi? Öğrenci mi? Ben kimim?

Başlarken bir amacım vardı. Öğrendim ki bu çark döndükçe insan amaçlarını kaybediyor. Liseyi bitirmiş ama daha hesap makinasıyla bile toplama yapamayan insan mesai saati bittiğinde servisim gidecek diye çekip gidiyorken ve bu insan bile bir emek veriyor diye karşılığını alıyorken , ben bir maaş karşılığı hatta hayatıma getireceği bir sıfattan başka bir şeyi olmayan bu işte insanların karşılığını aldığı ama benim çalıştığım, soruyorum kendime neye yarayacak diye. Bu memlekette yanlış giden çok şey var.

Bazı şeyleri içine girmeden göremiyorsunuz ne yazık ki. İdeallerinizi, her basamakta karşınıza çıkan para kazanma gerekliliğine satmak zorunda kalmanız an meselesi. Kırmızı kar yağınca çıkacak kadro hikayesi bakalım daha ne kadar oyalanmamı sağlayacak…
Fazla stresliyim mazur görünüz. Memleket hayallerimi çaldıkça, rahatsızlığım artıyor. Konuşursam çok sert olacak. Amacımı kaybetmemek dileğini taşıyorum…..

Çat diye çatlamak üzereyim. Neresinden tutup da düzeleyim?
Ortağı olmuşum düzeneğin. HERKESİ BOĞASIM VAR!

10 Mayıs 2009 Pazar

Bir tek annem olsun, bana bir şey olmaz...

annedir yüreği fazla dayanamaz
herkes bıksa benden annem bana doymaz
öper besler beni unutur kalbinde
annem burda olsun
bana bişey olmaz
hergün bakar bana
kusurumu görmez
günler gece olsa
o ışığı sönmez
ellerim büyüdü avuçlarında
bi tek annem olsun bana bişey olmaz..

Canımın içi o benim. İyi ki var....